Köy Ekmeği
Hangi şehre giderseniz gidin her marketin rafında, her bakkalın camında, pazar tezgâhlarında “Köy Ekmeği” ilanları görürsünüz.
Kendi kendinize de olsa; “Köy ekmeğine bu ilgi, bu talep neden bu kadar çok” diye sorduğunuz oldu mu hiç?
Bunu merak edip bu soruyu sorarken köylerin bile köy ekmeğine muhtaç hale geldiğini düşündünüz mü hiç?
Köylüsünü bile üretimden uzaklaştırıp tüketim toplumu yapan zihniyetleri, politikaları sorguladınız mı hiç?
Köylerimizde hala ekmek fırınları vardır sanıyorum. Hala kendi ekmeğini üreten ekmek kadar değerli analarımız, bacılarımız mutlaka vardır diye düşünüyorum. Ama sayılarının çok olmadığını da tahmin ediyorum. Eğer köylerde hala bereket varsa bu insanlarımız sayesindedir. Ama diğer taraftan köyde oturupta köy bakkalına “köy ekmeği geldi mi” diye soran köylümüzü de gördükçe üzülüyorum.
Aslında şehirde oturup köy ekmeği yediğini sananlar sadece kendisini kandırıyor. Köy ekmeğinin ticari amaçla üretildiğini aslında hepimiz biliyoruz. Mayasından tutunda kullanılan ununa kadar hatta tuzuna kadar köyde üretilen ekmekle herhangi bir alakası olmadığı tadından belli oluyor. Bile bile lades diyerek köy ekmeği niyetine tüketiyoruz.
Ben burada köy ekmeğinin nasıl yapıldığını anlatmayacağım. Değinmek istediğim konu köylümüzün üretimden ve doğal ürünlerden hızla uzaklaşmasıdır. Şehirdeki insanlarımızın göz göre göre zehirlenmesidir..
Nedir köy ekmeği?
Buğdaya sevgiyle dokunan, o ekmeğin aslında kendi ekmeği olduğunu unutmayan insanların eseridir.
Katkısızdır.
Gramından çalınmamıştır.
Her lokması sağlıklıdır.
Aynen şehirli ve köylü arasındaki insanlık farkı gibidir arada ki fark..
Köy ekmeğini “ayrıcalık” sayan şehirli insanlara bakınca da gülümsüyorum.
Çünkü o insanların şehirde yaşarken köy ekmeğine duydukları özlem, aslında köyün havasına suyuna duyulan özlem değil. Çünkü yaşam şartları yaşadıkları köyü kafalarından silmiştir. Onlar sadece yiyeceği ekmeğin sağlıklı olmasını düşünmektedirler. Asıl sağlığın köylerde olduğunu unutarak..
Biliyoruz ki şehirler hastalıktır, şehirler vicdansızlıktır…
Şehirler, insan bedeninin ruhsuzlaştığı yerlerdir.
O yüzden insanları darmadağın ediyor. Savuruyor, kimsesizleştiriyor..
Hatta kanser ediyor. Hasta ediyor..
Şehir, katille kurban arasındaki mesafenin daralması gibidir aslında..
Çünkü şehrin ekmeği katkılı,
Yumurtası bozuk,.
Peyniri hile hurda..
Sucukların içleri neredeyse menşei belli olmayan hayvan atıklarıyla dolu..
Ne yazık ki şehirler; kazıklandıkça ve zehirlendikçe evcilleşen insan yuvaları haline dönüşmüş..
Şehirler kendi çocuğuna yedirmediğini, başkalarına yediren tüccarlarla dolu..Şehirler kolay zengin olmanın halleriyle dolu…
Ve o insanlardan hiçbir tepki yok..
Yediklerine, içtiklerine karşı..
Yedirenlere içirenlere karşı..
Her şeye rağmen şehirlerde yaşayanlar yine de büyük marketlerdeki zehirli gıdalar sergisinden kaçarak ya semt pazarlarına koşuyorlar ya da köy ekmeklerine. Bu bile onları mutlu etmekte..
Aslında şehir hayatına bu kadar düşkün insanların, köy ekmeğine ve köy yumurtasına duydukları özlem, bozulan insanlığın resmidir. Köylerdeki masumiyetin belgesidir.
Her türlü hile hurdanın döndüğü, sağlıklı yiyeceğin bile bulunmadığı şehirler her geçen gün daha da yaşanmaz bir hal almaktadır.
Her şeyi para olarak düşünen zihniyetler insanları sadece sırtından para kazanılacak meta olarak görmektedir.
Şehirlerin kiriyle bozulan insanlara, hayatın gerçeğini de fısıldayayım bari…
Nazım Usta bile şiirinde;
“Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
– öyle gibi de görünüyor –
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani…”
Köy mezarlığına gömülmek de harika bir şey olmalıdiye düşünüyorum.
Ne de olsa köylerimiz hala her şeyiyle organik kalmaya çalışıyor. İnsanıyla, doğasıyla…
Ali Galip Akyıldırım