Yalnızlık Pençesi
Kimi zaman sulusepken bir soğuk tanesi gibi hafiften bir sızı ile gelip tüm ruhunuzu çıkmaz labirentlere doğru sürekler.
Kimi zaman gününüze bir mürettebat edasıyla büyük top, obüs ve roketatar gibi işler.
Kimi zaman karadelikleri andırırcasına gecenizi zifiri karanlıkla örter.
Kimi zaman bir toksin gibi ruhunuzu zehirler.
Bazen de gece ayazında sabaha kadar beklemek gibidir, ruhunuzu ısıtmak için günesin doğmasını beklersiniz ama o güneş hiçbir zaman doğmaz.
İnsan sosyal bir varlıktır. Doğanın kucağına düştüğü andan itibaren bir muhtaçlık hissiyatı onu kaplar. Belki de doğadaki en çaresiz varlıktır. Bir başkasının yardımı olmadan büyüyüp gelişemez. Oysa bir zürafa düşünün doğduktan hemen sonra hayata atılır. İnsan öyle değildir. Bağımlıdır, sosyalliğin yüksek ihtiyacına, tıpkı bir nikotine bağlanmış bir vücut gibi. Mekanizmasını sosyalliğin ödüllüğüne göre ayarlamış; onunla mutlu oluyor, hüzünleniyor veya efkârlanıyor.
Bugün baktığımızda modern insan tam anlamıyla kalabalıklar içinde yalnızlığına hapsolmuş. Atalarımızın ihtiyacı olan o birliktelik duygusu şimdi bizim için fonksiyonel bir fayda olmaktan çıktı. Teknoloji sayesinde bütün isteklerimizi kolayca yerine getirebiliriz. Şayet insanlık tarihini bir insan ömrüne sıkıştırırsak, yüksek dozda değişimler son bir milisaniyede oluşmuş gibidir. Neredeyse altmış bin yıllık homo saphiens son yetmiş yıldır dijital dünyaya sığabilmiş. Bu inanılamaz değişimi ve dönüşümü, genetiğimiz dahi hesaba katmadığı bir gelişim oldu. Bu yüzden bu hızlı değişime adapte olamıyoruz. Ve bunun sonucunda yalnızlık kaçılmaz olarak yaşanıyor. Bir nevi içimizde patlayan bu yalnızlık hissiyatının bir parça sebebi de tarihin akışında genetiğimize işlenmiş olduğu birliktelik hareketinden dolayıdır. Bu yüzden yalnızlık bir cendere gibi ezip geçiyor. Buna alışmamız çok zordur. Bugün bu kadar sık bir şekilde sosyal platformlarda paylaşımlar yapmamızın sebebi de: ”Hey beni de görün, bende varım ve yaşıyorum artık fark edin beni de!” Bir nebze de olsa varlığını hissettirmek. Varlığını da hiç hissettirmeyenler ise derin bir yalnızlık içinde bocalayıp durur. Adeta ruhları iki tabladan oluşan sıkıştırma aracı içinde paramparça olur.
Bundan ötürü yalnızlık modern hayatta çok fazla şairlerin mısralarına konu olmuştur. Orhan velinin mısralarında olduğu gibi;
“Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler.”
Keza Yaşar Kemal de “yalnızlık şiiri”nde yalnızlığın korkunç tarafına dikkat çekiyor;
“Kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerdesin.
Su olsan kimse içmez,
Yol olsan kimse geçmez,
Elin adamı ne anlar senden?
Çıkarsın bir dağ başına,
Bir ağaç bulursun Tellersin
pullarsın Gelin eylersin.
Bir de bulutları görürsün,
bir de bulutları görürsün,
bir de bulutları görürsün.
Köpürmüş gelen bulutları.
Başka ne gelir elden?
Çın çın ötüyor yüreğimin kökünde
şu dünyanın ıssızlığı.
Tanrı kimsenin başına vermesin
böyle bir yalnızlığı!”
Gittikçe yalnız kalma korkusunun içinde bocalanan insan bir türlü huzuru bulacak yola giremiyor. Ne bahçesine dikecek bir çiçek bulabiliyor. Ne vakit ayırıp renkleri solmuş begonyayı ve barış çiçeği sulayabiliyor. Ne balkonunu ziyaret eden kuşlar için bir yem bırakabiliyor. Ne artık bir türküyü dinleyip gönülden seni seviyorum diyebiliyor. Ne de eski bir türküyü dinleyip gözleri buğulanabiliyor. Kalbi ve yüreği yalnızlık duvarına doğru koşup duruyor.
Hayatın gemisinde yalnızlık duygusunun şiddeti herkes için farklı reaksiyonlar bırakıyor;
Yolu yordamı kapanmış kar altında kalmışlar için bacalardan ince bir sızı gibi yalnızlık dumanı tüter.
Umarsız bir hastanın hastane penceresinde yaşama tutunma çabasındaki yalnızlığın çaresizliği bir başka akar.
İçlerinde paramparça bir gönül aynasına yansıyan sevgi ve sevinç kırıklarını dahi yalnızlığa berhava eden yürekler için farklıdır.
Dünyanın veya hayatın anlam ve manasını bir nebze olsun idrak edemeyenin şu âlemdeki yalnızlığı bir başka acıdır.
Çocuğunu kaybeden bir annenin yalnızlığı kimse anlayamaz.
Cahillik deryasında bilginin ve aklın neferi olan için yalnızlık bir başka eziyet verir.
Sevgilinin gönül perdesiyle meşgul olan sevdalının gönül yalnızlığı bir farklı yalnızlık ağrısıdır.
İşte böyledir yalnızlık, çeşit çeşit farklı farklı etki bırakır.
Aynı tılsımlı bir geceye benzer yalnızlık
Her anına korku, hüzün ve keder serpilmişçesine…
Sessizliğin, suskunluğun ve karanlığın çığlığında;
Beklenilmeyen en onulmaz,
Onulmazın da en doyulmaz vakitsiz deminde…
Bir yandan yitirilişi ve bir yandan var oluşu
Yolu yok oluşlarda bulup
Sonsuzluğu yeniden kaybetmişçesine…
Ve yüreği burkulmuş şekilde
Gülümsemeler kırık dökük bir prizma içinde
Ve bütün heybetiyle ruhu kaynatan keskin bir bıçak…