Kendine Yolculuk

İnsan, çoğu zaman dış dünyaya gözlerini o kadar uzun süre diker ki kendi içindeki evrenin karanlıkta kaldığını fark edemez. Oysa en derin keşifler, yıldızlara değil, insanın kendi içine yapılan yolculuklarda saklıdır. Kendini aramak… Kimilerine göre romantik bir hayal, kimilerine göreyse gereksiz bir uğraş. Ama gerçekte bu arayış, hayatın en yalın ve en cesur yoludur. Çünkü kendinle yüzleşmek; ne kadar kaçsan da, en sonunda karşına çıkan aynaya bakmayı gerektirir.
Zordur bu yol. Bazen dipsiz bir kuyu gibi çeker içine, bazen güneşli bir patikadır yürüdüğün. Ama hiçbir zaman düz ve kolay değildir. Ergenlikte başlayan sorgulamalar, büyüdükçe keskinleşir. Zihnin bir okyanus gibi dalgalanırken, duyguların kaptan köşkünde oturur. Kendi gemini sen yönetirsin. Rüzgârı sen hissedersin, fırtınayı sen yaşarsın. Ve en kötüsü, çoğu zaman nereye gittiğini bilmeden yol alırsın. Ama bu belirsizlikte saklıdır aslında gerçek olan: Arayışın kendisi.
Günümüz dünyasında, bu yolculuğa çıkanların sayısı azaldı. Çünkü tüketim çağında yaşamak, insanın kendisini tüketmesiyle eşdeğer hale geldi. Sosyal medya, modern çağın aynası gibi… Ama yansıttığı görüntü çoğu zaman gerçeğin değil, olmak istediğimiz “biz”in yansıması. Filtrelerle süslenen hayatlar, sessizlikle dolu iç dünyaları örtemiyor. Bir kafede yan yana oturmuş onlarca insan, ama aslında her biri yalnız. Gözler ekrana kilitli, eller telefonlara… Ama kimse kimseye bakmıyor. Kimse kimseyi gerçekten “görmüyor”.
Oysa insanı insan yapan, onun iç sesiyle kurduğu ilişkidir. Kimse kalmadığında, sesler sustuğunda, gece yastığa başını koyduğunda… işte o anda kim olduğunu anlıyorsun. Tüm maskeler düştüğünde, geriye kalan sensin. O yüzden kendini tanımak, bir lüks değil; bir zorunluluk. Çünkü bu dünyada herkes geçici. Sevdiklerin, dostların, hatta düşmanların bile… Hepsi birer yolcu. Ama sen, kendi içindeki o sessiz yolculuğun daimi misafirisin.
Bu yol; inişli, çıkışlı, bazen dikenli bazen çiçekli… Ama sonunda kendiyle barışmış bir “ben”e varmak varsa, yürümeye değer. Çünkü huzur, dışarıda değil; insanın kendi içinde saklı. Vicdanınla dost olmak, kendinle barışmak… Belki en büyük mutluluk budur. Belki de henüz 18 yaşındayken bu yolculuğun farkına varmak, en kıymetli başlangıç.
İnsanın kendini bulması, aslında dünyayı anlamasıdır. Ve dünyayı anlamaya çalışan bir insan, en başta kendine iyi bakmalıdır. Çünkü dünya; içimizde başladığında, dışarıda anlam kazanır.