Fuat SÜMELİYazarlarımız

Cennetimin Notaları

Karan Şekerleme

Bir kakınçla uyandığımda her yer sessiz, bir o kadar soluksuz ve sağır ediciydi. Adeta ruhumdan kelimeler uçup gitmişti. Avuçlarımda kıvranan fark edilmeyen şeyleri hissediyordum. Küçülen ya da büyüyen ama herhangi bir limana, kıyıya, kıymığa fayda vermeyen türden… Sanki kâbus görmüş bir rüyadan uyanmış gibiydim. Aslında kâbus değildi, sadece sonuçsuz gerçeklerimle gördüğüm ve görebileceğim kasavetimin arasında en beyhude çabamı gerçekleştirmek adına sürekli hangi boyutta ve kim olduğumu bulmak için sonucuna ulaşamayacağım şeyler için bile bile koşuşturup duruyordum ve korkmaktan bile korkmaya zaman bulamadığımdan beri.  

Pencereyi sonuna kadar açtım. Uçan bir kırlangıç gördüm. İçimdeki ses: “Bak bak! Gördün mü? Ne de güzel uçtu kırlangıç kuşu!” diye söylendi. Kuş dağlara doğru uçuyordu. Sanki bir özlemi dalgalandıracak boyuttaydı. Bense gençliğinden kaçan bir kelebek misaliydim. Öylece sessizliğin susmaların ketum olmuş sargısı ile tırmalanan yaralarla. Tıpkı yüzme bilmeyip de parmaklarının ucunda dikildiğinde anca boğulmadan zar zor nefes alabilen birinin suların durulmasını, dalgaların bitmesini beklemesi gibi bende yaşayışımın dinginleşmesini bekleyip durdum. Ama ne hayatım dinginleşti ne de beklentilerime cevap geldi. Sanki hayatımı sakinleştireyim diye yaptığım her girişimim hayatı değil kendimi uyuşturduğumu anlayamadım.

Oysa hayata sadece ufak tefek sorular soruyordum. Ben sordukça aslandan kaçan maymun gibi kaçıp uzaklaşıyordu benden! Bazen hayatı çok özlüyordum. Uzaklaştıkça benden: “Dur… Dur tamam lütfen gitme ne olursun gitme! Sana ihtiyacım var. Özür dilerim. Sen aydınlık yüzünü benden uzaklaştırdıkça karanlık oluyor her yanım. Senin aydınlık yüzün yokken sevemiyorum bu kuytuları. Ne olur gitme ey hayat!” diye arkasından feveran ediyordum.

Bu içinde debelendiğim durum yararsız bir korkunun vebali miydi yoksa bende ki nafile olan anlamsızlıklar arasında boğulan beynim ve ruhumu kaybetmenin bedeli miydi?  Bu arada saat hızla ilerliyordu. Saat derken esasen zaman kavramını bile yitirdiğimin farkına varıyorum. Ama zamanın kırıntısından üzerime sıçrayan kayıpların ve kaybettiklerimin acısını içimde sıcak tutmak için ne kadar çok önceler beni bırakıp gitmiş olsalar bile bir türlü sinemde unutamıyorum. Hayalini kurduğum oyuncaklarım ve pejmürde olmuş giysilerim dâhil. Çünkü haddizatında her yırtılan parçanın bir emeğin nişanesi üzerine sinmiştir.

Korkuyordum, hem de çok! Karanlıktan korkan bir çocuk gibi… Bu kadar aciz olduğumu bilmiyordum. Karanlık içindeydim. Hangi korkanın evi aydınlıktır ki… Karanlıkta kalmak istemiyordum. Özgür olmak istiyorum tüm iplerimi keserek. Rüzgâra karşı savaşmak istemiyorum, rüzgârla birlikte koşmak istiyorum. En büyük dileğimse zerrelerime kadar yok olup Anka kuşu gibi küllerimden yeniden doğmak istiyorum.

Bazen düşünüyorum hayatın bana sürekli yeni verdikleriyle anlık mutluluklar oluşturmam; hayatın bana kurduğu bir tuzak mı?  “Hayır” diyorum bu bilinçsiz bir kurgulamadır “hayat gibi” büyük hain bir plancı benim gibi küçücük bir adam için böyle bir gayretin gereksiz olduğuna kendimi inandırıyorum. Her ne olursa olsun gene de anlık tutkuların cennetinden çıkmalıydım ve maskeli balomu söküp atmalıyım.

Gerçeğin ama esasında düşünceme göre hiçbir zaman olmayan bu kurgulanmış karanlık gerçeğin içinde şahsıma yetinmeyi bilen bir meşrep bulmalıyım… Bu durum beni uyutan ya da bilinçli kılan henüz çözemediğim kargaşanın arada kalmışlığımın bir parçası olsa gerek. Bunun faili anlamadığım bir biçimde acaba ufak ufak lezzetlerle mutlu kılan hayat mı yoksa çatlak seslerin artık bizimle beraber ol dediği ve yıllardır yadırgadığım sahte ışık oyunlarıyla renklendirilmiş dünyada hiç anlam veremediğim olağan yaşamlar mı? İnan ki bilmiyorum ömür denen yaşamın ortasına gelmişken. Acaba çok mu soruyorum böyle olguları ve cevapsız kalışları? Sanki boş bir şeylere anlam katmak için ne kadar anlamsız, bulanık, halüsinasyon dolu vakitler geçirdiğimi ben bile bir türlü anlamlandıramıyorum. Ve bu durumu sürekli hatırlayarak ve her uyandığımda canımı yakan bir sesle, bir dokunuşla ve adını daha koyamadığım çeşitli duygularla. Ama bulup yok etmeliyim bu duyguları. Önce bacaklarını kıracağım, sonra kanatlarını ve sonra gözlerini kör edeceğim. “Kaçma benden seni mağlup edeceğim” diyerek canını okuyacağım.

Bazen de aksini düşünüyorum. Sanki insan tadını çıkartmalı şu kaosun! Sonra vazgeçiyorum. En iyisi önce karanlık yok edilmeli! Akabinde aydınlıktan kaçan tüm barbarları! Daha sonra ölüm kendisine ulaşana kadar nefsimi… Eee o zaman tüm insanları yok etmeli! Yoksa bilemedim! Kendime mi? Yani kendime mi son vermeliyim? Galiba en iyisi bir tepeden atmalı tüm bozuklukları!

Neyse hiçbir acının adını koyamadım. Hiçbir sorunu da adamakıllı açıklayamadım.  En güzeli sanırım en çok sevdiğim notalardan bir demet yapıp cennetin kokusuna doğru akan o muhteşem melodisine açayım kalbimi. Beni mutlu eder ve huzurlu kılar cennetimin notaları!

Bior Tarım Ürünleri

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu