Aydınlığın Yelpazesi
Gece gündüze yavaşça yaklaşmanın telaşesindeydi. Tuhaf bir siyaha bürünmüştü sanki. Aynı ince hareli siyah renkli kehribar tesbih tanesi gibi bir siyahtı. Ruhunda da zamanın garip korkusunun renklerini taşıyordu. Ama bu böyle olmamalıydı. Çağı kaplayan karanlık aydınlıktan korkmamalıydı. Zira karanlık daha heybetli hale bürünmüştü. Aklın, düşüncenin, fikriyatın üstesinden gelmeyi başarmıştı. Tersine aydınlıktan zulmete doğru bir akış başlamıştı. Bu yüzden karanlık daha güçlü hale gelmişti. Ve gece de güçlü ve kuvvetli durmalıdır. Karanlık, korkunun ve cehaletin asıl rengiyle her yeri siyaha büründürmüştü. Gece de kükremeliydi bir aslan gibi, korkutmalıydı kaçırmalıydı tek aydınlık kalabilen gündüzü! Zira karanlık galip gelmişti. Akla karşı, vicdana karşı, merhamete karşı, müstakime karşı…
Artık, sanki hiçbir şey olması gerektiği gibi değildi. Hiçbir şey sığamıyordu hiçbir yere, her şey tersyüz olmuştu. Saklayamıyordu bir türlü gizli kalması gereken her ne varsa ve ortaya çıkamıyordu çıkması gereken her ne varsa! Oysaki bu tepetaklak olmuş makûs talih değişmeliydi. Gece siyah örtüsüyle sadece sırdaş ve yoldaş olmalıydı. Ve sukutunda ve sessizliğinde, ruha huzur vererek onu dinlendirmeliydi. Gündüzün verdiği o bitmez tükenmez hengâmesinde zuhur eden yorgunluk ve ruh bitkinliği gecede dirilmeli ve hayat bulmalıdır. Bu yüzden gece korkutmamalı. Karanlıkta kalmış her şeyin namına aydınlık güçlü ve heybetli durmalıdır. Cehaleti bir sel gibi süpürüp atmalıdır.
Bütün dünyayı ve dünyada yaşayan bütün varlıkların çehresini en lâtif bir şekilde nurlandıran aydınlıktır. Aydınlık hayatın prensibidir. Aydınlık sözün en güzeli, zihnin en berrak yanı ve gerçekliğin şanı ve yaşamın ölümsüzlüğüdür. Yaratıcı kendisine “ Ben, göklerin ve yeryüzünün aydınlığıyım” der. Karanlıktan kurtulmamızı sağlayan aydınlıktır. Aydınlığa doğru; ırmağın denize aktığı gibi akmak lazım.
Gökleri, yeryüzünü, varlığı ve dünyanın ötesindeki en yüksek âlemde parlayan, ışıldayan, nurlandıran aydınlıktır. Doğru kişilerin düşüncesinde, fikrinde ve kalplerinde parlayan nur aydınlıktan başka bir şey değildir.
Aydınlığı, karanlığa mahkûm etmemek gerekir. Kendi menfaat adacıklarına, korku ve endişelerle sıkışmış, yalnız günü kurtarmaya odaklanmış fayda-zarar kıskacından hemen kurtularak evrensel değerlerin iklimi ile buluşarak aydınlığa doğru koşmak gerekir. Ancak arınmış temizlenmiş bir zihin ve aydınlanmış şuur sayesinde insan ben-idrakine ulaşabilir. Varlığının anlamını ve mahiyetinin farkına varabilir. Başka türlü cehalet denizini geçmek mümkün değildir. Karanlık örtüsünü kaldırmak ancak cesaretle aydınlığa doğru adım atmak ile gerçekleşebilir. İnsanın sözü, soluğu, gözleri, kulakları ve bütün uzuvları aydınlığa kavuştuğu zaman sükûna kavuşabilir. Bütün duyular aydınlık sayesinde arınır ve kuvvetlenir.
Aydınlık yelpazesi rengârenk görünüşüyle bütün bir âlemi ışıklandırsın. Karanlık, ruhsuzluk, sönüklük ve simsiyah şer kalmasın hiçbir kuytuda! Düşündüğümüz ve idrak ettiğimiz her şeyde, tasavvur ettiğimiz her ne varsa, öğrendiğimiz, bildiğimiz, irade adına gösterdiğimiz, değerli olarak hatırladığımız, varlığını hissettiğimiz, iştiyak duyduğumuz, soluk aldığımız, sevdiğimiz ve hoşlandığımız her şey aydınlığın alaca yelpazesi ile nurlansın ve hemhal olsun. Kandilleri sönmeye yüz tutmuş insanlar, toplumlar kişiler yeniden alevlendirsin yolunu yordamını.
Aydınlık sevgidir, paylaşımdır, vicdandır, birlik ve beraberliktir. Keza anlamdır, manadır, insanlığın anayoludur. Doğru adına yol almaya çalışanlar; o yola doğru apaçık bir şekilde dengeli ve dosdoğru yürürler. O yol, o aydınlık dengeli dosdoğru yol; içinizde, önünüzde, aklınızda ve vicdanınızdadır. Yeter ki onu bulmaya çalışın. Biraz çabalayın gayret edin ve aklınızın, gönlünüzün, kalbinizin, düşüncenizin örtülü duvarlarını aşın! Onu bulduktan sonra hayatın hiçbir ıstırabı size yük olmaz. O ölümsüzdür.
Hayat bir köprü ise bu köprüden geçmek için önünüzde ışıldayan bir aydınlık olması gerekir. Bu aydınlık sayesinde varlığı tanırsınız. Körseniz görürsünüz, hastaysanız iyileşirsiniz, mutsuzsanız mutlu olacaksınız. Bu köprüyü bu bilinçle geçtiğiniz zaman, karanlıklar aydınlık olacaktır.
Bu aydınlık aynı zamanda başka bir perspektiften bakıldığında bütün karanlıkların ötesindedir. Bu aydınlıkta, ne keder, ne acı, ne zulüm, ne ihtişam, ne makam, ne mevki, ne kariyer, ne ölüm, ne ıstırap ne de zevk sizi mutsuz edebilir. Yol alıp bütünleştikçe ölümsüzlüğe akan bir aydınlıkla buluşursunuz. Diğer türlü ölürsünüz, yok olursunuz, acı ve ıstırap sizi mengene gibi sıkar. Gökyüzü, yeryüzü, güneş, ay, yıldızlar ve bütün her şey onun sayesinde parlar. “O” olduğu için her şey vardır. “O”, her yerdedir. Her şeye hâkim ve kadiri mutlaktır. Sağda, solda, yukarıda, aşağıda, önde arkada, kalpte, vicdanda, düşüncede olan aydınlık onun aydınlığıdır. Ancak, insanlar bu gerçeği bulduktan sonra, gerçek mutluluğa ulaşır. Arzularını iyiye, doğruya, güzele göre hareket ettirebilir. Sağlam kopmaz bir ipi elde etmiş olabilir. Bütün kuvvetiyle cesaretiyle bu ipe sarılmalıdır.
Aydınlık başka bir marifetiyle; bilinci de parlatır ve “aydınlık bilinci”ne kavuştuğunuzda artık dünya üzerinde kazandığınız bütün zenginlikler, bütün zevklerin geçici olduğunun farkına varırsınız. Amaç olarak gördüğünüz çok şeyin araç olduğunun önemine kavuşursunuz. Gerçek amacın arzusuna doğru bir idrake ulaşırsınız ve bu idraki göstermediğiniz sürece daimi mutluluğu bulamazsınız.
Ve karanlığın içinden aydınlık çıkmıştı. Aydınlık karanlığı avlamıştı. Gündüz geceyi yenmişti. İçeriye sızan o ışık, ah o ışık, karanlıktaki ışık, bütün her şeyi nuru ile aydınlatmıştı. Nasıl güneş, tecellisini arayanlarla beraber ise aydınlıkta ona ihtiyaç duyanların peşini bırakmayacaktı. Karanlığı bütün heybetiyle yutacaktı. Aydınlık her halükârda karanlığı kovacaktı. Her yer aydınlıkla dolup taşıyacaktı.