Yağmurun Sesi Ve Ben
Malumunuz yağmurun yağması ile su damlalarının yerküreye çarpması sonucu oluşan sesler meydana gelir. Toprağa düşerse farklı ses çıkartır. Betona çarparsa farkı ses çıkartır. Kaldırımlara düştüğünde farklı ses çıkartır. Dama, çatıya ve pencereye çarptığında farklı ses çıkartır. Ancak hepsinde bir ritim ve ahenk oluşur. Ritim ve ahenk tınısı olan her şey ise hiç şüphesiz insana huzur verir. Hele yağmurun sesi, penceremizin camına, evimizin çatısına vurduğunda ve üzerinde yürüdüğümüz toprağa düştüğünde; yankılanan tiz, ritmik ve sükûnete kavuşturan tını mükemmel bir orkestranın enstrümanlarının yakaladığı uyumu hatırlatır. Ayrıca bu su damlarının şiddetine göre ise şıpırtı ve tapırtıdan oluşan sesler oluşur. Bazen bu sesler, insanı uykuya çağıran bir ninni sesi gibidir. Ve yağmurun sesi ile uyku bir ekstra güzelliğe bürünür. Deliler gibi yağan yağmur eşleğindeki seste uyumayı, uyanmayı ve yorganın altında sıcak kalmaya çalışmak insanın duygularını bir başka depreştirir. Tıpkı tereyağının üzerine sürülen balın farklı güzellikte bir tat damağı oluşturduğu gibi.
Yağmur sesinin oluşturduğu güzellik adeta insan beynini sakinleştiren ve rahatlatan bir huzur perdesidir. Bu huzur tabiatın sinesinden gelen doğal bir sesin eseridir. Bu ses insanoğlunun icat ettiği aletlerin suni seslerine benzemiyor. Bir çamaşır makinası, bulaşık makinası, saç kurutma makinası, elektrik süpürgesi veya vantilatör cihazına benzeyen bir ses değildir. Bu sesler bizi rahatsız ederken tabiatın bağrından çıkan sesler; bilakis bize huzur ve sükûnet sağlar. Su sesinin kıyıya yavaş yavaş çarpması ve aynı tempoyla geri çekilmesi kadar güzel bir ses var mı? Doğanın kalbinde bir şalenin şırıltı sesi kadar güzel bir ses var mı? Tabiatın içinde rüzgârın uğultusunun oluşturduğu ıslık melodisi kadar güzel bir ses var mı? Denizin eşsiz güzelliğinde dalgaların dinlendirici ve huzur veren sesi kadar güzel bir ses var mı? Yağmurun sesindeki o tekrarlayan akustik çisilti sesin verdiği rahatlama hissi kadar güzel bir ses var mı?
Yağmur toprağa düştüğünde toprağın oluşturduğu koku ise bir başka güzelliği meydana getirir. Gerçi artık toprak kalmadı her taraf betonlarla kaplıdır. Ve yağmur bu durumdan hiç memnun gibi görünmüyor. Toprağın bu zindanın içinde olması onu kahrediyor. Bu duruma isyan ediyor. Çılgınca betonu dövercesine çarpıyor. Sanki “bırak beni vuslata ereyim, çekil yolumdan” der gibi haykırıyor. Bu yüzden hızlı bir şekilde beton üzerinden akıp gidiyor ki; betondan bir boşluk bulduğunda hemen oradan sevgiliye ulaşma gayretine kapılıyor.
Yağmurun enstrümanında öyle bir sabaha uyanmak istiyorum ki; omuzlarımı hissederek değil de göğüs kafesimin içindeki kalbimi hissederek uyanmak istiyorum. Yağmurun ritmi ve ahengi yolumu aydınlatsın, gönlüme ilham olsun. Yapmam gerekenlerin, yapmak istediklerimi gölgelemediği bir güne doğru götürsün beni, o büyülü çisiltisiyle… Heybemde bana biçilmiş yükümlülükleri, adıma mühürlü sorumlulukların, kesinlikle yapmam gerekenlerin, ayaklarıma takılı görünmez prangaların olmadığı bir gün yaşatsın. Cıvıl cıvıl kuş sesleri ve deniz dalgalarının oluşturduğu sesler kadar ruhumu şad eylesin. Ve isteklerimi dillendirme konusunda bu cüretkârlığı göstermişken; kışın habercisi çetin ayazlı bir sonbahar günü olsun. O pırıl pırıl havada çıkan kuru ve keskin soğuğun hakkını vermek için penceremi sonuna kadar açmak ve sesimin son notasına kadar haykırmak istiyorum. Güne farklı bir iştiyakla başladığım bu sabahın seherinde beni duyana, duymayana, kurda kuşa, börtü böceğe, ağaca, denize, gökyüzüne: “Beni fark eden gören oldu mu?” Gerçekten o kadar kayıbım ki, bende beni görmekte, duymakta zorlanıyorum. Öyle bir günüm olsun ki ilk ben kendimi arayayım kendimde. Sonra savaşın ortasında ölen masum çocukları arayayım kalpsiz dünyanın kalbinde. Yetim kalmış kalplere derman olmaya çalışayım. Daha sonra ölüm saçan zalim diktatörlerin karşısında; yıkılmaz bir duvar öreyeyim. Ve bütün mazlumların sesi olup haykırsaydım; sağır, dilsiz, kör ve kalpsiz varlıklara. Duyan, duymayan, gören, görmeyen kalmasaydı yeryüzünün hiçbir kuytusunda. Zira haykırışımı duyan, duymayan, gören, görmeyen ne kuş, ne ağaç, ne de börtü böcektir. Bilirim ki cevap vermez bunlar sorduklarıma. Hatta kalpsiz, vicdansız, aşırı ruhsuz olan toplumlar ve kişiler de işiten bir insan kulağı ile benim soruma ağız dolusu güler. Onlar, gülerken benim acılarım büyür ve bir magma gibi patlayarak lav akıntısına kapılır. Ve onlar, kahkaha atmaya devam ederken; savaşın ortasında paramparça cesetlerin başında ağıt yakıp duruyorum. Ve onlar, eğlenirken pejmürde halimle zemheride yalınayak bir şekilde kaldırımlarda bekliyorum bir vicdanlı el için… Ve onlar, üzüntü ve sıkıntılardan uzak asude gölgeliklerde yaşarken, bombaların altında yıkılmış haneme bakıp duruyorum yaşlı gözlerle…
Ben bakıp dururken yağmur sesi alıp götürüyor beni insanlığın diyarına… Kavganın ve kargaşanın olmadığı bir diyara geldim. İnsanın ve insanlığın değer gördüğü, özgür olduğu, hak, hukuk sahibi olduğu bir yer. Bu diyarda herkes gelecek kaygısından uzak, yaşama tutkusuna hayran, erdem ve ahlak gözeten bir kalbe sahiptir. Öldürmenin, çalmanın, tacizin, tecavüzün, yok saymanın, esir etmenin olmadığı bir diyar bu diyar… Akıl ve mantığın yolunda aklıselim bir kalbe sahip kişilerle doludur bu diyar… Ve bu harika hülyada, bu diyarı baştanbaşa gezerken yağmur sesinin top sesine dönüşmesiyle acımasız gerçek olan diyara dönüş yaptım.