Toprağından Bereket Fışkıran Bu Ülkede Açlık, Yoksulluk, İşsizlik ve Sefalet Kabul Edilemez!
Bizim ortaokul yıllarında tüm okullarımızda ”Tarım Dersi” diye bir ders vardı. Hatta ilkokulların bahçelerinde uygulamalı tarım bahçeleri vardı. Tarım derslerinde “Dünyada tarım ürünlerinde kendine yeten yedi ülkeden biriyiz” diye övünürdük. Çünkü öğretmenlerimiz bunu bizlere haritalar üzerinde gösteriyorlardı. Türkiye’nin tarım haritası gururumuzdu. Öğretmenlik mesleğimin ilk yıllarında da öğrencilerime gururla bunları anlattım. Öğrencilerimle birlikte tarım haritamız ve ürünlerimizle ilgili köşeler yaptık.
Evet, bereketli topraklarımızla gurur duyuyorduk!
Çünkü yurdumuzun her karış toprağından bereket fışkırıyordu.
Tahıl ambarı dediğimiz Konya ovası Türkiye’yi beslemeye yetiyordu.
İzmir’in, Nevşehir’in, Erzurum’un, Niğde’nin patatesi yetipte artıyordu.
Kars, Ağrı ve Erzurum’un hayvan üretimi tüm yurdu besliyordu.
Konya, Kahramanmaraş, Burdur, Erzincan ve Samsun illerimiz de yetiştirdiğimiz kuru fasulyelerle dünya da kuru fasulye üreten ilk on ülke arasındaydık.
Tütün üretiminde dünya sıralamasının en üstlerindeydik.
Ülkemizin doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine yaşanan her mevsimde her türlü sebze ve meyve yetiştirilip yurt içinde ve yurtdışında satılıyordu.
Çiftçilerimizin hasat zamanlarında yüzleri gülüyordu. Çünkü her hasat düğün yapmak demekti, sünnet yapmak demekti, çeyizlerin alınması demekti, yeni yuvaların kurulması demekti..
Çok değil bundan 20-25 yıl önce bu cennet vatanda 30 milyona yakın insanımız tarım ve hayvancılıkla geçimini sağlamaktaydı.
Tüm bunlardan sonra “Dünyada tarım ürünlerinde kendine yeten yedi ülkeden biriyiz” sözü ile övünmenin mazi olduğu yılları yaşıyoruz.
Etrafı denizlerle çevrili bir ülke olmamıza rağmen balığa hasret olduğumuzu da görmemezlikten geliyorum bu satırları yazarken.
“Eskiden dünyada kendi kendini doyurabilecek yedi ülkeden biri iken, şimdi soğandan patatese, nohuttan mercimeğe kadar birçok ürünü dışarıdan almak zorunda kalıyoruz.
Bu demektir ki Türkiye gıda egemenliğini kaybetmiş ve kendi çiftçisi yerine ithalat yaptığı ülkelerin çiftçisini desteklemektedir. Bu nedenle çiftçimiz üretmeyi bırakmış şehirlere göç etmeye başlamıştır.
Yani üretici sınıftan tüketici sınıfa geçiş yapmıştır. Geçen günkü gazeteler Türkiye’nin yeni nüfusunu ve bu nüfusun dağılımını yazarken; köylü ve kasabalı nüfusunu % 7,7 olarak göstermişlerdir. Kasabalıları çıkarırsak köylü nüfusu % 5 civarında demektir. Yani 5 kişi 100 kişiyi doyurmak için çalışacaktır. Başarabilir mi? Başaramadığı ortada!” Okuduğum ve alıntıladığım bu tarım yazısında ki görüşlere katılmamak imkansız..
Bizler balık tutmasını en iyi şekilde bilirken ve balığı her koşulda tutarken, birileri bizleri hazır balığa alıştırdı.
Önce hayvancılığımızı öldürdüler, sonra tarımımızı.
Tarımda kullandığımız geleneksel tohumlar bile kayboldu.
Mısırımız, tütünümüz Amerikan, buğdayımız, domatesimiz, salatalığımız, marulumuz, biberimiz, patlıcanımız, karpuzumuz İsrail tohumu.
GDO’lu tohumlara mecbur edildik.
Süt ineklerimiz, kurbanlıklarımız, besi hayvanlarımız, koyunlarımız da yabancı menşeli oldular. Anguslar yerli ırka, yerli ırk anguslara karıştı.
Ama yine de nereden nereye geldiğimizi görelim diye düşündüm.
Bir Amerikan Gazetesinde yer alan bir haberi bizim basın küçük bir haber olarak şu şekil vermişti.
“Türkiye özellikle Konya ovasında buğdaydan beş kat daha fazla su tüketen şekerpancarı üretimini destekledi.
Konya ovasında üretim cinsi değişti, kuyular açıldı, suyun hidrostatik seviyesi onarılmaz derecelere geriledi.”
Yanlışın bu denli ülkenin geleceğini etkileyecek şekilde yapılması, kolay olanı tercih edip, lafla politika yapıp, tarım ve hayvancılık politikasını göz ardı etmek nasıl açıklanır, nasıl kabul edile bilinir bilemiyor ama sormadan da edemiyorum. Böyle bir yanlış ne pahasına yapılabilir ki?
Yüz ölçümü 770.760 km²’lik bir coğrafyaya sahip olan ülkemizin, tarıma en uygun ve sulak alanlarının toplam alanı ise 9.820 km²’’dir. Yaklaşık yüzde 13.
Oysaki ülkemizde tarıma kazandırılacak toprağın büyüklüğünü hayal bile edemeyiz. Koskoca bir coğrafya da gittikçe dışa bağımlı hale geliyoruz.
Bunu İsrail’le karşılaştırdığımız da, İsrail’in yüzölçümünün 20.270 km² olduğunu ve bu yüz ölçümün yüzde yirmisinin tarım alanı olduğunu görüyoruz.
Buna rağmen, İsrail, Ölü Deniz’in güneyinde Ürdün sınırı boyunca Akabe körfezine doğru uzanan deniz seviyesinin 150 metre altındaki suyun olmadığı Arava çölünde kurduğu tarım çiftliklerinde bölgeyi adeta bir vahaya çevirmiş durumdadır.
30 bin dönüm alana kurulu 7 çiftlikte İsrail’in toplam sebze meyve ihracatının yüzde 66’sı gerçekleştirmektedir. Yer altı suları, tuzlu ve tarıma elverişli olmamasına rağmen kurduğu tarım teknolojileri sayesinde hemen her türlü yaş meyve ve sebzenin yetiştirildiği bir ülke olduğunu dünya bilmektedir.
Yer altındaki kuyulardan çekilen suların tuzlu olması nedeniyle kurulan güneş enerji panellerinde üretilen elektrik enerjisi ile çıkarılan su arıtılarak tarım da kullanılıyor. Her bir güneş enerjisi panelinin, günlük ürettiği elektrik enerjisi ile 3 bin litre tuzlu su arıtılıyor. Sulamanın tamamı ise damlama sulamayla gerçekleştiriliyor, vahşi sulama ise kesinlikle yapılmamaktadır.
Kavundan karpuza, üzümden hurmaya, domatesten biber ve patlıcana kadar her şeyin yetiştirildiği çiftliklerde üretilen ürünlerin yüzde 90’ı Avrupa ve Amerika pazarına ihraç ediliyor. Üretimin yüzde 10’u ise iç pazarda tüketiliyor. Toplamda yarım milyar dolarlık ihracatın karşılığı olarak ise 750 bin ton yaş meyve ve sebze ihracatı yapılıyor.
1948’de bağımsızlığını yeni kazanmış ve kimsenin pek şans tanımadığı Yahudi devleti bu güne kadar dev adımlar atmıştır. Çünkü milli duygularından ödün vermemişlerdir. Kendi milletini ön planda tutarak ilkelerine sıkı sıkıya bağlı kalmışlardır. Hiç bir değerlerini ayaklar altında çiğnememişlerdir, çiğnetmemişlerdir.
Hızlı nüfus artışına rağmen, İsrailliler bugün kişi başına düşen 40.600 dolar gelirle, dünyanın ilk 20 ülkesi arasında yer almaktadır.
Fikirleri iş girişimlerine dönüştürmek için, İsrail girişimciliği teşvik eden bir sistem geliştirmiştir. Büyük ve küçük şirketlere yakın yerlerde üniversite “kümeleri” kurmuş, böylece üreticiler, yetenekler ve sermayenin birbirine yaklaştığı bilgi alanları yaratmıştır. Hükümet, 2000 başvuru içinden seçtiği 1200 değerli projeye her yıl 450 milyon dolar vermektedir.(Bana Köy Enstitülerini hatırlattı.)
Bununla birlikte, İsrail’in “zorlukta başarı” örneği, gelişmekte olan ülkeler için göz ardı edilmemesi geren pek çok dersler içermektedir. ABD himayesinde olduğu veya Yahudi Soykırımından fayda sağladığı gibi siyasi karikatürlerin tam da aksine, onların başarıları, kendi kaderlerinin başkalarının sorumluluğun da olmadığı inancından gelmektedir.
Hallerimiz böyleyken; neden bu duruma düştük ve ne yapabiliriz derken, aklıma eskiden ortaokulda okuduğumuz Tarım Dersi geldi. Kapatılan Köy Enstitüleri geldi. Bunların Türk tarımına atılmış birer bomba olduğu sonucunu çıkardım. Ayrıca, Ziraat Fakültelerimizde uygulamalı olmayan yetersiz eğitim verildiğini, 100 binden fazla ziraat mühendisinin 40 -50 bininin işsiz olduğunu hatırladım. Aslında en kısa zamanda ilk ve ortaokullarımıza tarım dersi yeniden konulmalı ve işsiz gezen Ziraat Fakültesi mezunları bu okullarımıza Tarım Öğretmeni olarak atanmalıdır. Türkiye’nin kurtuluşu tarım ve hayvancılıktadır.
Tarım ürünlerinde dışarıya aşırı bağımlı olduğumuz ve bu yüzden borç batağına saplandığımız şu zamanlarda tek kurtuluşumuzun tarımda ve hayvancılıkta olduğunu görmemiz lazım. Köylümüzü ayağa kaldırmamız lazım. Şehirlere olan göçü tersine çevirmek lazım bakir bakir topraklar tek kurtuluşumuzdur. Bakın yeni nesil hangi sebzenin ve meyvenin nerede nasıl yetiştiğini bile bilmemektedir. Bu gidişat ülkemizin felaketidir.
Araştırın göreceksiniz; Kenya hükümeti bile ilkokul ve ortaokul düzeyindeki okullarda okutulmak için tarım dersini zorunlu hale getirmeye hazırlanıyor. Çiftçi ortalama yaşı 63’e yükselen Kenya’da hükümet, gençler arasında tarımı daha cazip hale getirmenin yollarını arıyor. Ağustos ayında Kenya Tarım ve Eğitim Kabinesi ilkokul ve ortaokullarda tarım dersinin zorunlu ders olarak müfredata girmesi için bir araya geldi.
Bizim onlardan neyimiz eksik?
Ali Galip AKYILDIRIM