Ötekileştirerek, Bölerek, Ayrıştırarak Yönetmek Üzerine


Bu ülkede yaşadıklarımızdan ders niteliğinde çıkardığımız bir sonuç vardır. Hepimiz biliyoruz ki ne zaman insanımız ayrıştırılmışsa, ötekileştirilmişse, farklılaştırılmışsa bizlere ağır faturalar ödetmiştir. Canımız yanmıştır.
Diğer taraftan da tarihimize baktığımızda Türk milleti, kendisine rehberlik etmiş olan bütün milli, manevi önder ve değerlerini ayrıştırarak değil birleştirerek millet olmuştur. Bu da bize güç katmıştır, zenginlik yaratmıştır. Enerjimizin ülkemiz için kullanılmasını sağlamıştır.
Son yıllarda görüyoruz ki ülkemizde ki herkes neredeyse diline, inancına, siyasi görüşüne göre sınıflandırılmış ve herkes birbirine kin besler hale getirilmiştir. “Ya tarafsın ya da bertarafsın” zihniyeti insanımızın ayrıştırılmasının temelini oluşturmuş durumdadır.
Ayrıştırma ve ötekileştirme insanımızı öyle bir hale getirmiş ki; Ülkede yaşanan ne yolsuzluklar, ne hayat pahalılığı, ne işsizlik, ne adaletsizlik taraf olanların, güçlüden yana olanların umurunda bile değildir. Artık ne milli bayramlar ne dini bayramlar neredeyse ortak paydamız olmaktan bile çıkarılmıştır. Bu ötekileştirmelere, haksızlıklara karşı çıkanlar da “vatan haini” olarak nitelendirilmektedir. Kısacası ülkemiz insanı karpuz gibi ortadan ikiye bölünmüş durumdadır.
Oysaki insanı insan yapan, insanları millet yapan temel değerlerin başında aynı topraklar üzerinde yaşayanların ortak paydalarda bir arada olması yatmaktadır.
Millet olarak kalmak istiyorsak, kardeş olarak kalmak istiyorsak, birlik ve beraberlik içinde kardeşçe yaşamak istiyorsak her türlü olumsuz şartlar karşısında bile insani temel değerlilerimizi korumalıyız, birbirimize sahip çıkmalıyız.
Birilerinin çıkarı için, birilerinin ikbal ve geleceği için ne dostlarımız satalım, ne de sağ gözümüzü sol gözümüze düşman yapalım.
Bu topraklar üzerinde; merhameti, sevgiyi, dostluğu, vefayı her an yaşamak ve yaşatmak en önemli görevimiz olmalıdır.
İnsan olarak kalmak; her canlının bir defaya mahsus dünyaya geldiğini bilmek ve onun yaşama hakkına saygı duymaktır. İnsan olmak zoru görünce yanındakileri satmamaktır.
Bu hafta siz değerli okurlarıma “böl ve yönet” zihniyetine karşı çıkmak için dostlukların satılmaması ve sahipsiz bırakılmaması gerektiğini esprili bir dille anlatan bir fıkrayı sunmak istiyorum.
Biri Türk, biri Kürt, diğeri de Ermeni papaz üç arkadaş bir yaz günü yaya yolculuğa çıkmışlar. Sıcak dayanılmaz, iyiden iyiye susamışlar.
Etrafta su filan yok ama bağların da en olgun zamanı.
“İki salkım üzüm yiyelim de ağzımız ıslansın,” diye bir bağa girmişler…
“Kaç paraysa veririz,” diyerek başlamışlar yemeye.
Derken bağın sahibi gelmiş. Ne görsün… Üç kişi oturmuşlar üzümünü yiyorlar. Kan beynine fırlamış. Birine bakmış, kıyafetinden Ermeni ve papaz olduğu da belli. Diğerine bakmış, konuşmasından Kürt olduğunu anlamış. Üçüncüsü de bildiğin Türk. Bağcı güçlü adam, ama gözü üçüyle birden dalaşmayı yememiş…
Dönmüş Ermeni’ye:
“Bak bu adam Türk, yesin malımı. Benim kanımdandır. Helali hoş olsun.
Bu da Kürt’tür ama din kardeşimdir. Sen niye yiyorsun benim üzümü mü?” demiş.
Bu laf, sorumluluk yüklenmeyen, dert üstlenmeyen Türk’ün de Kürt’ün de hoşuna gitmiş. Adam, papazı bir güzel dövmüş. Kıpırdayacak hal bırakmamış, yere uzatıvermiş.
Bağcı biraz sonra Kürt’e dönmüş. “Müslümansın da niye bağıma izinsiz giriyorsun. Bu adam benim kanımdan yediyse afiyet olsun, çünkü o Türk’tür. Kardeşimdir,” diyerek bir güzel onu da dövmüş… onu da yere serivermiş.
Bu durum Türk’ün tam hoşuna gidecekken adam Türk’e dönmüş ve “Tamam anladık Türk’sün, aynı kandanız, aynı dindeniz ama sahibi olmadan başkasının bağına girilir mi?” diyerek Türk’e de vurmaya başlamış.
Türk bir odun darbesiyle yere düşüp yuvarlanınca Kürt’e dönmüş ve
“Biz,” demiş…“papazı dövdürmeyecektik.”
Ali Galip AKYILDIRIM