Fuat SÜMELİYazarlarımız

Küreselleşmenin Toplumsal Krizi

Günümüzün en popüler kavramlarından biri olan küreselleşmenin kısa bir tanımı yaparsak: Genel olarak yerkürenin farklı bölgelerinde yaşayan insan, toplum ve devletlerarasındaki iletişim ve etkileşim derecesinin “karşılıklı bağımlılık” kavramı çerçevesinde giderek artması olarak tanımlanabilir. Bu bağlamda dünyanın bir köy haline geldiği ve herkes bu köyün yurttaşı olduğu kabul edilmektedir. Bir nevi artık yenidünyada değişen, oluşan olayları ve gelişen olguları bir şekilde küreselleşme kavramı ile anlatılmaya çalışılmaktadır. Bu menba-ı da özellikle siyasi, ekonomik, kültürel ve toplumsal alanlarda devletler ve toplumlar sürekli bir etkileşim içerisinde olup küreselleşme duyarlılığını göstermektedir.

Peki, nasıl bir küreselleşme süreci var? Bu soru ile asıl maksadımızı ortaya koyacak ve mevzuya intikal edecek durumlardan bahsedeceğiz. Nasıl taşkın bir su veya akarsu yatağından taşarak ve önlem alınmayacak bir şekilde çevresindeki arazilere, yerleşim yerlerine dağılıyorsa aynı şekilde artık küreselleşmede adeta bir akarsu taşkını gibi her yere sirayet etmektedir. Giremediği ve uğramadığı alan yoktur. Haliyle bu alanlarda istenmeyen sonuçlara da gebe kalınıyor.

Bugün küreselleşme hızlı bir şekilde artarken aynı zamanda sosyal krizleri de meydana getiriyor. Yani olumlu anlamda küreselleşme her yere aynı güzelliği sunamıyor. Daha çok bir tarafın işine, yararına ve faydasına hizmet ediliyor. Kısaca sorun olarak görülen durum ve yakınılan şey asimetrik bir küreselleşmenin bilfiil olarak varlığını sürdürmesi vahametidir. Bir tarafı zenginleştirirken diğer tarafı ise sürekli fakirleştirmektedir. Bir tarafı tokluktan öldürürken diğer tarafı açlıktan öldürüyor. Bir tarafı obezite ile mücadele edecek duruma getirirken bir tarafı üstünde elbise duramayacak halde kemikleştiriyor. Bir tarafı kaynak ve ganimet için öldürmekle mükellef hale getirirken diğer tarafı ise ölmeye mahkûm hale getiriyor. Bir tarafı fildişi kulelerinde burjuvalaşırken bir tarafı rutubetli dört duvar arasında proleterleştiriyor. Eski kutuplaşma dili ile söylersek bir taraf patrisyenler gibi yaşarken; diğer taraf plebler gibi yaşıyor ve bir taraf efendi konumunda iken diğer taraf köle statüsündedir. Kısaca böyle bir zıtlık var. Bu düzen kutuplaşmayı ve ayrışmayı getiriyor. Bütün bu örneklerden de anlaşıldığı gibi özellikle sosyo-ekonomik açıdan küreselleşme oldukça karşıt etkileşimlere yol açmaktadır. Bu durumun bir müsebbibi de dünya ekonomisine öncülük eden liberalizm ideolojisinin bu karşıt etkileşimleri yanlış yönlendirme ve değişimlerle menfi anlamda katkı sunmasıdır. Çünkü katı bir rekabet anlayışının sonucu güçlü olan tarafın ekonomik ve yaşam kalitesi artarken diğer tarafın ise güçsüzlüğünden ve çaresizliğinden dolayı fakirliği, işsizliği hızlı bir şekilde artmasına neden olur. Bu yüzden asimetrik bir küreselleşmeden ziyade simetrik bir küreselleşmenin varlığı için oluşacak bir sistemi desteklemek daha güzel ve ortak iyiye yarar sağlayacak bir durum olur. Yoksa Hz. Ali’ye isnat edilen şu cümlenin: “Bir yoksul aç ise, bunun nedeni zenginin zevk ve sefa içinde yaşamasıdır. Nerede bir bolluk görsem, onun yanı başında mutlaka çiğnenmiş bir hak görmüşümdür” durumu yaşaması kaçılmazdır.

Bir taraf kendini çok akıllı sanıp bütün her şeyi kendi bilgisi ve emeği sayesinde sahip olduğuna dair kendini kandırmasın; mutlaka bir hakkın yenilmesi sonucu bir yerde fazlalık, bir yerde azlık oluşmuştur. Bunu şu anekdot ile de görebiliriz: ‘’Amerikalı bir gazeteci, Afrikalı bir gazeteciye soruyor. Siz Afrikalılar neden bu kadar aç ve yoksulsunuz? Amerikalı gazetecinin bu garip ve naif sorusuna karşılık, Afrikalı gazeteci şöyle cevap verir: siz bu kadar tok ve zengin olduğunuz için.’’

Bugün dünya nüfusunun %1’i dünya zenginliklerinin %40’ına sahiptir. Her gün binlerce çocuk açlıktan ölüyor. Dünya nüfusunun yarısına yakın günde iki doların altında tüm ihtiyaçlarını gidermek zorunda kalıyor. Bir yandan yaklaşık 900 milyar dolar her yıl silahlara ayrılırken açlığa sadece 50 milyar dolar ayrılıyor. Tabii bunlar kesin rakamlar değil ancak arasında büyük bir uçurumun olduğu kesin. Yani silahlara ayrılan para açlığa, yoksulluğa ve eğitime ayıran paradan çok çok fazladır.

Bütün bu olumsuzlukların yaşandığı bu düzende bir nokta çok açık bir şekilde kendini teşhir ediyor. Farkında olalım ya da olmayalım bu işte bu düzende büyük bir yanlışlık var. Bu sistem, bu kriz bilinçli bir krizdir. Öyle bir kriz ki eski kuralları, eskiden kalma insani gelenekleri artık kabul etmiyor. İnsanları zalim, can yakan, saldırgan, açgözlü, rekabetçi bir şekilde dizayn ediyor.

Küreselleşme dünyaya barış değil, var olan savaşı daha pekişirdi.

Açlığı ve sefaleti bitirmedi, zengin ve fakir arasındaki uçurumu daha da derinleştirdi.

Demokrasiyi yaygınlaştırmadığı gibi totaliterliği daha da güçlü kıldı.

ABD ve Avrupa’daki sermayedarların hegemonyasını güçlendirdi.

Kısaca toparlamaya çalışırsak: Siyasal olarak ABD’nin liderliğini, ekonomik olarak uluslararası sermayenin egemenliğini, kültürel olarak monoton tüketim kültürünün egemenliği ve ideolojik olarak da küreselleşme mikro-makro milliyetçiliği yükselti.

Bütün bu menfi durumlarla beraber tabii her külfetin bir nimeti de olmuştur. Yani küreselleşmenin faydaları ve yararları konusunda bir görüş birliği olduğunu söylemek mümkündür. Evvel küreselleşme sürdürülebilir ekonomik kalkınma sürecini artırdı. Eskiye nazaran yaşam standartları daha farklı bir statüye getirdi. Bilim, teknolojik ilerleme ve bilginin daha hızlı yayılmasına olumlu anlamda katkı sundu. Bütün bunlar insanlık için iyi bir durum ve bunlar şimdilik küreselleşmenin en belirgin faydaları arasında sayılmaktadır.

Ancak küreselleşmenin şu an ki tablosu menfi durumları müspet durumlarından daha fazladır. Bu durumu merak etmek için küreselleşme daha çok kimlerin menfaatına ve çıkarına göre işleniyor ona bakılması elzemdir.

Bugün dünyanın her yeriyle haberleşme ve bilgi alış verişi yapılması takdire şayan bir olaydır. Ancak bir yandan da yukarıda beyan ettiğimiz olumsuzlukların faturası kabarık. Bu haklılığı ünlü sinema oyuncusu Morgan Freeman’ın şu çığlığında ortaya koyuyor: “İnsanlık, Afrikalı bir anne çocuğuna “Tabağındaki yemek bitecek!” diye bağırdığında kurtulacak.

Son olarak umarım bu zıtlaşma, kutuplaşma ve ayrışma minimuma inecektir.

Daha özgür bir dünya için ayrıca gelişmiş ve azgelişmişlik, kuzey- güney, merkez- çevre ve üçüncü dünya gibi kategorize edilmiş durumlar ortadan kalkılması gerekir. Pastanın dilimlerinden herkes adilce payına düşeni alması daha müreffeh bir dünya yurttaşlığına götürecektir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.

The reCAPTCHA verification period has expired. Please reload the page.

Başa dön tuşu