Kendini Bilmek Ve Tanımak
Evvela insan öncelikle kendini tanımalı, bilmeli. Kendi içinde serüvenine başlamalı. Daha sonra dünyanın yollarına, ovalarına, dağlarına adım atmadan önce, kendi iç dünyasının koridorundaki yollarda yürümeli, dağlarını aşmalı, ovalarından geçmeli, sularından içmelidir. Bundan dolayıdır ki insanın kendisine çağrı yapan en kadim şey şu olmuştur: Kendini bil!
İnsan başka şeyler öğrenerek malumat sahibi ve fikir sahibi olabilir ancak kendisini tanıyarak bilerek bilge sahibi olabilir. Bu yüzden insan kendisini de inceleme konusu yapmalıdır. Kişinin kendini bilmesi tanıtması kötü sayılmamalıdır. Zira kendisini anlatması kendini övmek demek değildir. İnsanın kendini bilmesi, çözmesi ve anlatmasından kanımca daha zor ve daha yararlı hiçbir şey yoktur. Çünkü kendini anlatmanın amacı dürüstlüğün bir ilkesidir. Kişi kendini anlatmanın amacı kendini daha iyi tanımak, kendini daha iyi bilmek, kusur ve hatalarının farkına varmaktır. Çünkü bunu yaptığı oranda erdemli bir hayata biraz daha yaklaşmış demektir.
İnsan nasıl ki başkalarını gördüğü zaman veya toplumsal bir duruma müdahil olduklarında dış şekline çekidüzen verme, makyajsal bir ihtiyaç hissediyorsa ve aynaya bakmadan insanların karşısına çıkmayı uygun görmüyorsa aynı şekilde kendini anlatan biri de sürekli oto-kontrol etme ihtiyacı hisseder ve davranışlarına çekidüzen verir.
Aslında kendini bilmek biraz da sınırını ve alanını çizmek açısından da önemlidir. Bilmenin başka bir kıymetli durumu ise, kişinin kendisini daha iyi olana dönüştürebilmesi için ne olduğunu bilmesi, ayrıca özünün ne olduğunu ve özüne ait olanlarla özüne ait olmayanları birbirinden ayırt etmesi ve aynı zamanda kendisine özen göstermenin imkânına sahip olmayı kazandırır.
Toplum kendini bilmiş, özünü kavramış ve tekâmülünü gerçekleştirmiş bireylerden müteşekkil olduğu zaman; daha doğru, daha mutlu ve daha sağlıklı bir hayat inşa etme şansına nail olur. Bu halleri gerçekleştirmemiş toplumlar ise mutsuz bireyler kervanıyla yetinmek zorunda kalır.
Kendini bilen insan aynı zamanda şahsiyet sahibi insandır. Ve şahsiyetli insanlar hiçbir menfaat ve çıkara göre hareket etmez ve kimseye de tâbî değildir. İlke ve değerlere göre hareket eder. Çünkü kişilerin yanılır olduğunu ama ilkelerin yanılmaz prensibini benimserler. Bunun için fikir ve düşünce sahibi olurlar. Doğru gördükleri şey ise; fikirleri olan, fikir inşa eden, düşünce üreten ve o düşüncelerle yaşayan insanların daha şahsiyetli olduğudur. Ve şahsiyetli kişiler konu ne olursa olsun, ancak şahsiyetli bir duruş gösterebilirler. Şahsiyetsiz duruşlar ise bukalemun gibi her zaman gücün ve çokluğun, paranın ve menfaatin yanında yer alır. Şahsiyetli kişiler, duruşu olan ve dik durmayı başarmış ve kendini bilen insanlar hakkın yanında durmaktan korkmazlar.
Bugün kendini bilmenin ispatı maddi varlığını daha güçlü kılmakla eşdeğer tutuluyor. Oysa kendini tanımak, maddi ihtiyaçlar yahut pratik gerçeklikler bakımından başkalarından farklı yönlerini göstermeye çalışmak değildir; bilakis kendini bilmenin mahiyeti dünya görüşü, ahlaki duruş ve muhayyel anlayış açısından nasıl munfasıl ayrıştığını görmektir. Bunlar olmadan kişi maddesel olarak ne kadar güçlü olursa da kendi yaşam koridorunun öznesi olamaz ve dünyada şahsiyet olarak ayakta kalamaz. Bundan mütevellit kendini bilmek/tanımak, başarılı bir kişilik ortaya getirmek ancak kişinin ne istediğini ve ne istemediğini bilmekle alakalıdır. Eğer sen fizyolojik ihtiyaçların ötesine gitmeyi düşünmüyorsan bütün çaban bunu elde etmek için olacaktır. Bu da düşük profilli bir arayış olacaktır ama sen kendini gerçekleştirmek için uğraşıyorsan ve bu uğurda mücadele ediyorsan o zaman kendini bilmek/tanımak ve potansiyellerini hayata tatbik etmek için çabalayacaksın.