Fuat SÜMELİYazarlarımız

İnsan Ve Sorumluluk Bilinci

Sorumluluk deyince aklımıza ilk gelen şey mesuliyettir. Mesuliyet ise; kişinin kendi davranışlarını veya kendi yetki alanına giren herhangi bir durumun ve olayın sonuçlarını üstlenmesidir.

İnsan varlık sahasına çıktığından beri, mecburi bir istikamet ile sosyal varlık halinde yaşamını tezahür etmek zorunda kalmıştır. Bu istikamet ile içtimai bir hayat şeklinde yaşamak zorunda olan insanın, toplumu oluşturan bireylere ve çevreye karşı gözetmek zorunda olduğu ve yerine getirmesi gereken hak ve ödevler doğmuştur. Bu bağlamda insanın sorumluluk duygusu dairesi çerçevesinde davranması ve bu yönde hareket etmesi bir gereksinimdir. Aynı zamanda insandan sadır olan davranışları toplum ve çevre üzerinde oluşabilecek etkilerini de dikkate almayı gerektirmektedir. Bu doğrultuda hiç şüphesiz yalnız ve izole yaşam tarzına sahip olmayan ve münferit bir hayat yaşamanın mümkün görülmediği bu zamanda, insanın bir sosyal varlık olarak yaşamına getirmiş olduğu pozisyon gereği mutlaka bir sorumluluk bilinci ile müteşekkil olması elzemdir. Bu yönüyle olgun ve kemale ermiş bir insan, ortaya koyduğu davranışların sebeplerini bilip sonuçlarının hesabını verebilen bir bilinç ile hareket eden ve birlikte yaşadığı diğer insanların da sorumluluğunu üstlenebilecek bir karaktere sahip olan kimsedir. Bugün bu anlayış ile hareket eden çok nadir sayıda bilinç düzeyi yüksek insan toplulukları vardır. Bu bilinç ile biçimlenmiş insanlar; toplumun haline, doğaya, çevreye, doğal kaynaklara karşı bilinçli bir sorumluluk duygusu ile davranmaktadır.

Bugün tabiata baktığımızda; yeryüzü mükemmel bir düzen içinde yaratılmış ve bu yaratılmış düzenin ambiyansını irade sahibi olan insanın koruması ve sorumluluğundadır. İnsan ister bu düzeni ihya ve inşa eder; isterse bu düzeni müfsit ve ifsat eder. Yani onu canlandıran ve geliştiren de; onu bozan, çürüten ve kokuşturan da insanın elindedir. Bu yüzden insan için en rasyonel ve en mantıklı olan kendisine sunulan yeryüzü imar projesine bağlı davranıp bu bağlamda üzerinde yaşanılan toprağa, solunan havaya, içilen suya ve her çeşit canlıya karşı sorumluluk duygusu ile hareket etmesi gereklidir. İnsan ne kadar yeryüzünde birbirleriyle ve tabiatın kendisi ile uyum içinde yaşarsa bir o kadar evren yaşanabilir bir hayat alanı olur. Bunun tersi olan yağma, talan ve bozgunculuk için çalışan çabalayan her çaba insanlığın kalbine sıkılan bir kurşun olur. Dolayısıyla bir düzen üzere yaratılan bu kozmosta ve bu düzende emanet olan insan; doğayı korumalı, çevresini temiz tutmalı, kaynakları israf etmemeli ve bu emaneti halefleri için sonraki nesillere en güzel şekilde bırakmalıdır. Bu sorumluluk duygusunu bir görev bilinci ile yapmalıdır. Aynı zamanda beraber paylaştığı doğadaki bitkileri ve hayvanları da koruyup ve onlarla sevgi ve merhamete dayalı bir ilişki içinde olmalı ve onları koruyup gözetme işini de bu görevin bir parçası olarak görmelidir.

Peki, neden bugün bu sorumluluğun gereği hatırı sayılır bir düzeyde değildir?

Gördüğüm ve bildiğim kadarı ile bugün herkes “haklarım” dediği şeylere çok dikkat eder ama “sorumluluklarım” dediği şeylere ise aynı derecede ve aynı özenle riayet etmiyor. Çünkü haklarını bize getirmiş olduğu hoş bir getirisi varken, sorumlulukların ise genelde zahirde götürüsü vardır. Bu yüzden insan sorumluluğunu kişisel menfaat ve çıkarlarına kurban etmemelidir. Menfaat ve çıkarlarına endeksli bir hayat sürdüren her insan, her toplum veya her kurum kesinlikle evrensel insanlık ailesine kötülük yapmaktadır. İnsanlığın ortak paydası sorumluluğu önermektedir.

Sorumluluk konusunda inandığım ve rehber olarak gördüğüm kuran takvayı sorumluluk bilinci dairesi içerisinde işlemektedir. Muttakilerde bu sorumluluk bilinci ile hareket eden, sorumluluk sahibi ve kendini bilen önemli şahsiyetlerdir. Bu kişiler hayatlarını, ahlaklı, erdemli, ortak iyiliğe, güzele ve doğru işlere adamış ve sorumlulukla entegre edilmiş, müdrik bir toplum oluşturmak için ömürlerini bu yolda harcarlar. Bu yüzden çekilen sıkıntılar, maruz kalınan zulüm ve haksızlıklara göğüs germe çabasını elden bırakmazlar. Bu öyle bir gayret ki hayatı boyunca hakkın ikamesi, zulüm ve haksızlıkların ortadan kaldırılması idealini gerçekleştirmek için hep var olacaktır. Bu hayatın önemine haiz olan ve toplumsal sorumluluğun öneminin farkıyla davrananlar, kesinlikle nemelazımcılığın tehlikeli sonucunu düşünerek bu sorumluluk bilincini bir an olsun hayatlarından çıkartmamaktadır. Ne mutlu ki bu sorumluluk duygusu ile hayatlarını idame ettirenlere. İnsan olmakta bir nevi bunu gerektirir. İnsan ancak bu evreni emanet olarak gördüğünde ve bu emaneti yani yeryüzünü ıslah edip ve her türlü bozgunculuğa karşı durduğunda mutmain olabilirler. Yoksa ömrü boyunca insan gelgitlerle bir hayatı tüketir.

Yeryüzü şayet bir “zemzem kuyusuysa” sorumluluk muhasebesi ve muhakemesi ile hareket eden ve onurlu yaşam süren, iyi inşa edilmiş hiçbir karakter bu kuyuyu kirleten bir davranış sergilemez. Ve aynı biçimde sorumluluk duygusundan yoksun ve sorumlu davranmaktan bihaber yaşayan ve sadece bahçesinin çiçeklerini sulamaya çalışan ve çevresine karşı nobran ve sorumsuz davranan kişiler ise bütün yaşamları boyunca bu kuyuyu kirletmekle meşgale olurlar.

Sonuç olarak, toplumsal huzurun sağlanması için ve daha güzel bir dünya için üzerimize düşen bütün sorumlulukları eksiksiz yerine getirmemiz ulvi bir davranıştır. Bu yüzden birbirine muhtaç olan insan ve çevresi arasında bir sorumluluk bilinci olmalıdır. İnsanlar arasında sorumluluk bilinci teşvik edici ilkeler geliştirmeli, güçlendirmeli ve sürdürmelidir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.

The reCAPTCHA verification period has expired. Please reload the page.

Başa dön tuşu