Diyelim Ki Dünyanın Sahibi Sensin…

“Gafil gezme şaşkın bir gün ölürsün
Dünya kadar malın olsa ne fayda
Söyleyen dillerin söylemez olur
Bülbül gibi dilin olsa ne fayda”
Hazreti Süleyman hem Peygamber hem de sultandı.
Cinler ve hayvanlar onun emrine verilmişti.
Kuşların dilini bilirdi.
Tahtını rüzgâr taşırdı.
Kısacası, ilim ve hikmet sahibi idi.
Güç, kuvvet ve debdebe sembolü idi.
Ama bütün bunlara rağmen Azrail’in elinden kurtulamadı.
Tanzimat Edebiyatı’nın önemli şair ve düşünürlerinden olan Ziya Paşa’nın,
“Seyr etti hevâüzre denir taht-ı Süleymân
Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde” diye beyit yazarak, Süleyman’ın tahtının da tacının da yerinde şimdi yeller estiğini çok güzel ifade ettiğini görüyoruz.
“Sen söylersin söz içinde sözün var
Çalarsın çırparsın oğlun kızın var
Şu dünyada üç beş arşın bezin var
Tüm bedesten senin olsa ne fayda”
Öldüğünde ülkemizde de “milli yas” ilan edilip bayrağımızın yarıya indirildiği ve dünyanın en zengin insanlarından birisi olan Suudi Arabistan Kralı Abdullah 91 yaşında ölünceye kadar altın sarayda oturup, som altından yapılmış tahta, altından yapılmış klozete sahipti. Hangi ülkeye gitse 48-50 uçakla seyahat ederdi. Zırhlı araçları kendisinden önce havalimanlarına inerdi. Sonuçta her canlı gibi oda Azrail’den kaçamadı ve İsimsiz bir mezara gömüldü.
“Kul himmet üstadım gelse otursa
Hakkın kelamını dile getirsen
Dünya benim deyi zapta geçirse
Karun kadar malın olsa ne fayda”
Netice de gördüğümüz ve şahit olduğumuz şudur ki; tarihin insana hatırlattığı, insanı insan yapan, onu ölümsüz kılan taç-taht, makam-mevki, saray, uçaklar, yatlar- katlar değil, dürüstlük, adalet ve hak gözetme anlayışıymış.
Aynı tarih bizlere ibret için şunu da hatırlatıyor. Hazinelerinin anahtarlarını 40 devenin taşıdığı Karun bile helak oldu.
Kuşların kanatlarına bağladığı sepetin içine girerek yükseklere çıkıp Allah’a ok atacak kadar gücüne kuvvetine güvenen Firavun bile öldü.
Çünkü onlar paraya ve güce tapıyorlardı. Çünkü onlar kendilerini ölümsüz olarak görüyorlardı. Çünkü onlar zalimdi.
Ne diyelim, eskiler derler ki “tarih tekerrürden ibarettir”. Biz de merhum Akif’in deyimiyle diyelim ki, ibret alınsaydı eğer, hiç tekerrür eder miydi tarih?
Tarihten ve yaşadıklarından ders almayan, gücüne güvenen, devletin imkânlarını kendi imkânı olarak görenler için Hazreti Süleyman’ın bir hikâyesini anlatmak istiyorum
“Bir gün Hz. Süleyman peygamber halısının üstüne binmiş. Başlamış ülkenin üstünde gezinmeye, bir yandan da güzelliklere dalmış.
-Ne güzel şeylere sahibim, diye söylenmiş.
Halı bir anda eğilmeye, aşağı doğru gitmeye başlamış.
Hz Süleyman peygamber telaşla;
-Halı doğrul! Demiş. Halı biraz daha eğilmiş.
-Halı doğrul ben Cihanlar Sultanı Sultan Süleyman.
Halı biraz daha eğilmiş. Hz. Süleyman bir kez daha;
-Halı doğrul ben Peygamber Süleyman! Demiş.
Halı düştü düşecek. Hz. Süleyman daha gür bir sesle seslenmiş halısına;
-Halı, doğrul diyorum sana!
Halı cevap vermiş;
-Asıl sen doğrul Süleyman, bunların hepsi Allah’ın, hiçbir şeyi kendinden bilme.”
Kısaca kıssadan hisseyi anlayacak olursak;
Hiç kimse gücü, saltanatı, varlığı, bilgiyi kendinden bilmemelidir. Eğer böyle düşünüp dünya malıyla büyülenirse önce kendisini doğrultması lazım. Kendini doğrultan zaten bozuk giden her şeyi doğrultur.
Şimdi sözü şaşaalı, debdebeli yaşamı kendilerine amaç edinenlere getirmek istiyorum.
Hani bir zamanlar siyasetçilerin dilinden düşmeyen “Tüyü bitmemiş yetimin hakkı” deyimi var ya, ibretle bunun tarih olduğunu görüyoruz.
“Dicle’nin kenarında bir koyunu kurt kapsa bunun hesabı benden sorulur.” Diyen Hazreti Ömer’in adalet anlayışının yerle yeksan olduğunu görüyoruz.
Temennimiz, paranın pulun, makamın mevkiinin, sarayların, uçakların, yatların katların insanları adaletten ve doğruluktan uzaklaştırmamasıdır.
Her şey gelip geçicidir. Herkes ölümlüdür. Ama adaletle yaşayıp, adaletle yönetenler Hazreti Ömer gibi ölümsüzdürler.
Dünya Sultan Süleyman’a bile kalmamış. “Bana kalacak” diye düşünenler yalnızca gaflet içerisinde olanlardır.
Ali Galip AKYILDIRIM