At Gözlüğü Takmak
Bildiğimiz gibi atların başlarına geçirilen takımın birçok işlevi bulunuyor. Bunlardan en önemlisi atın başına takılan at gözlüğüdür. Bunun sebebi, hikmeti ise at sağını, solunu ve çevresine bakmadan daima sahibinin istediği karşı yola konsantre olsun ve bu sayede yol alsın diyedir. Bu işlem tabii ki atın aleyhinedir. Çünkü çevreden yandan gelen tehlikeleri, at asla fark etmez. Bir tek ileri noktaya odaklanır, birde sürücüsünün deh deh sesine maruz kalır. Bununla da yetinilmez bir de bu takımın içinde başka önemli bir şey daha vardır: oda atın iki çene arasına geçirilen demir, namı diğer gemdir. Gem sayesinde binici ata istediği gibi hükmeder. Onu durdurur, hızlandırır, yavaşlatır. Yani istediği gibi yönlendirir.
İşte düşünce ve fikirlerin dar ve aynı zamanda sorgulama yelpazesinin olmadığı toplumlar tabiri caizse tıpkı atın sürücüsü ata yaptığı muameleye tabi kalırlar. Fikirleri olmaz, düşünceleri hapsedilir ve sorgulama kabiliyetleri ortadan kalkar. Bir otoriterliğe mahkûm edilir. Eleştirme yeteneğini malul hale getirilir. Atın gözlüğü ile bütünleştiği gibi bütünleşirler. Başlarını ne yana çevirirlerse, çevirsinler değişen bir şey görmeyecektir. Göz hep aynı yere bakar. Hakikatin ve gerçeğin bahçesinden uzak kalır. Gerçekleri asla göremez. Öyle bir vaziyet alır ki artık değişen hiçbir şeyi görmek istemez. Hep doğru bildiğini sanır. Düşünme yetisini kaybeder. İşte bu psikoloji atın gemini elinde tutan sürücü misali gibi egemen güç ve otoritede, düzenine yarar sağlayacak bütünleşmeyi var kılar.
Bu yüzden at gözlüğü ile topluma, dünyaya, insanlara, olaylara ve olgulara bakan fert, toplum ve kişilerin; bilgeden ve ahlaktan, fikirden ve usulden, kaide, kural ve saygıdan, anlama ve anlatmadan, anlamaları mümkün değildir.
İşte bu duruma duçar bir toplum ve birey olmak istemiyorsak öncelikle sorgulayabilme yeteneğimizi beynimizin en derin ve en ücra köşesinden çıkartıp gereken muameleyi kendisine takdim etmeliyiz. Demeliyiz ki senin görevin beni doğru, sağlam yola sevk etmektir. Ama sorgulama yeteneğimizi kurbanlık olarak dondurduğumuz etlerimiz gibi derin dondurucuda dondurursak maalesef hiçbir fonksiyona tabi olamaz.
Bu yüzden sorgulayarak edilgen ve itaat etmeyi değil, etken ve özne olmak zorundayız. Ayrıca sürü psikolojisinden uzak bir etkinlik içerisinde olmalıyız. Başkaları olmadan düşünebileceğimizi, bir şeyin üstesinden geleceğimizi hesaba katmalıyız. Beynimizi kiraya vermeden, özgür bir akıl ile daha sağlıklı bir hayat yaşamalıyız. Varoluşsal sebebimizi geleneğin ve modern aklın güdümünde olmadan doğru mantıklı ve bizi biz eden bir anlamla hayata tutunmalıyız. Ve daha sağlıklı bir toplum için duygudaşlık kültürümüzü geliştirmeliyiz. Neyin iyi, güzel ve doğru; neyin kötü çirkin yanlış olduğuna dair kavrama becerimizi geliştirmeliyiz. Daha iyi bir sorumluluk taşıma adına kadercilik ve her şeyi oluruna bırakma mantalitesinden vazgeçmeliyiz. Bireysel statümüzü oluşturabilecek kararlı, dirayetli bir görüntü oluşturmalıyız.
Dünya hiçbir zaman bizim yaşadığımız daracık ve küçük bir yer değildir. Geniş bir ufka sahip olmalıyız. Geniş bir ufuk ile dünyaya, insana ve toplumlara bakmalıyız. Bakış açılarımız ne kadar genişse yaşama imkânımız o kadar genişler. Bu yüzden günlük yaşamamızda olaylara geniş ve farklı açılardan bakmamız ve üstünde, düşündüğümüz şeyin çevresini, etkileyenlerini, etkilenenlerini değerlendirip buna göre hareket etmek daha sağlıklı olacaktır.
Mamafih, düşüncenin insan varoluşunun en önemli boyutlarından birisi olduğu gerçeğini kabul etmeliyiz. Çünkü düşünce: tefekkür etmek, bir sonuca varmak amacıyla incelemek, karşılaştırmak ve aradaki ilgilerden yararlanarak bilgiler üretmektir. Keza zihni yetiler oluşturmak, muhakeme etmek, aklından geçirmek ve göz önüne getirmektir. Aynı zamanda zihniyle arayıp bulmak, akıl etmek ve ne olabileceğini önceden kestirmektir. Bütün bu unsurları düşünce sayesinde elde ediyoruz. Bu yüzden at gözüyle değil, geniş perspektiften bakmayı öğrenmeliyiz.
Evreni ve evrendeki her şeyi düşünmeliyiz. Her zaman akıl yürütüp sorgulamalıyız. Varlığının amacını anlamalıyız. Bu sistemin bir parçası olduğumuzu, bu sistemi yaratan bir yaratıcı olduğunu da idrak etmeliyiz. Ürettiğimiz kadar yaşamak zorunda olduğumuzun bilincinde olmalıyız. Etraftaki otlar, ağaçlar, yeşillikler, kediler, köpekler, kuşlar var. Bizim gibi nefes alıp yaşıyorlar. Ama düşünemiyorlar. Bu anlamda düşüncenin verilmiş büyük bir nimet olduğunun farkına varmalıyız.
Düşünen insan faydalı ve iyi şeyler üretir ve zararlı şeyleri ayıklar. Şu şekilde bir düşünceden bahsediyorum: Ortak yani evrensel iyiliği ve kötülüğün bilincinde olup ve varoluş anlamını bulmuş insanın düşüncesi gibi olmalıdır. Yoksa dün, bugün ve yarın yani tüm zamanlarda kirlenmişliğin sebeplerinden biri de her zaman düşünceden gelmiştir. Malum şu an ki kötü tablo düşünen insanın eseri olan bir dünya var ortada, bunu kimse inkâr edemez. Biliyoruz ki iyilik ya da kötülük her şey insanlığın düşünüp üretmesi sonrası ortaya çıkmıştır. Şöyle dönüp geriye insanlık tarihindeki kıyımlar, katliamlar, insanlığın yok oluşu adına yapılanlar, hepsi insanlar tarafından bizzat düşünülerek ve planlanarak yapılan işler değil mi? Gene günlük hayattaki aldatma, hile, hurda şeyler ve yapılan haksızlıklar düşünülerek yapılmıyor mu? Yani düşünen insan, düşünebilmenin nimetini, üstünlüğünü, kendi menfaati, çıkarı ve konforu için kullanıyor. Kendinden aşağı gördüğü, zayıf müdafaasız hayvanı, bitkiyi, tabiattaki diğer canlıları bu üstünlüğü ile daha fazla üretmek ve tüketmek adına ezmiyor mu? Bu doğrultuda insan at gözlüğü kendi kafasına geçirerek menfaatini ve çıkarını düşünerek ortak iyiliği, güzelliği parçalayacak kötü emellerden vazgeçmesi gerekir. İnsan için düşünmek, akletmek, fehmetmek, fıkhetmek hepsi yararlı, faydalı ve evrensel yolda bütün insanlık için olmalıdır.
Son olarak Celâleddîn-i Rûmî’nin dediği gibi “İnsan düşünceden ibaret, geriye kalan et ve kemiktir. Gül düşünür gül olur, diken düşünür diken olur.