Ahlak Ve Toplum

Ahlakın birçok tanımı olmakla beraber, herkesçe benimsenen genel geçer kabul edilen çoğunluğun üzerinde mutabakat sağladığı tanımlar da yapılmıştır. Ahlak: İnsanları bir arada tutan ve birlikte yaşamalarının zaruri neticesinden dolayı, insanlar arası ilişkileri düzenlemek için konmuş kurallar biçimidir. Başka bir açıdan da bunu şu şekilde düşünebiliriz: Ahlakın ortaya çıktığı ve beslendiği alanlar genelde içtimai yani toplumsal alanlardır. Buna göre bir tanım yaparsak: Kişinin kişiyle, kişinin devletle, kişinin toplumla ve toplumların toplumlarla olan ilişkilerinin dayandığı değer odaklı kural ve kaideler manzumesidir.
Şimdi, “Ahlakın ortaya çıktığı ve beslendiği alanlar genelde içtimai yani toplumsal alanlardır” dediğim görüşü biraz açarak devam etmek istiyorum. Ahlak daha çok insanların birlikte yaşamasının getirdiği ilişkiler yumağından doğuyor. Şöyle varsayalım: siz tek başınıza hiç kimsenin bulunmadığı ıssız bir adada yalnız yaşıyorsunuz; bunun için size çok fazla ahlaki ilkeler gerekmez. Yani iffetli olmak, sözünde durmak, yalan söylemek, hırsızlık yapmamak, adam öldürmemek, zorbalık yapmamak vb. gibi durumları yaşamak zorunda kalmazsınız. Bununla beraber; kültür, mezhep, ideoloji, ırk, din, milliyet, cinsiyet ve diğer herhangi bir ayırt edici özellikten etkilenmenize gerek olmayacaktır. Belki en fazla göstereceğiniz ahlaki durum yaşadığınız adayı yağma ve talan etmemek ve sizinle beraber adada yaşayan küçük canlı ve cansız varlıklara ihtiyaç ölçüsünde saygı göstermek olur. Bugün kimse tek başına bir adada yaşamadığı için ve mutlaka bir toplumun müntesibi olduğu için, mutlaka herkese ahlak lazım olur. Bu da bize gösteriyor ki: Bir toplumun bir arada devamlı ve sorunsuz bir şekilde birlikte hayatlarını idame ettirmenin belki de en önemli faktörü ahlaktır. Bütün bunlar bize, bireyin toplumun ahlak kurallarıyla uyumlu şekilde hareket etmesi ve davranmasını gerektiğini dile getirir. Bu yüzden bireyi en değerli kılan şey, onun ahlakıdır. Ahlakını inşa edememiş ve ahlak yapısı sorunlu olan hiçbir canlıyla iyi ve sağlıklı bir ilişki kurulamaz.
Toplumların varlığını sürdürmesi için iyi ve kötünün bilincinde olan; doğru, dürüst ve düzgün şahsiyetler yetiştirmesi en gerekli ve en zorunlu ihtiyaçtır. Bu ihtiyaç adeta ekmek gibi, su gibi, oksijen gibi ve hava gibi elzemdir. Bu ahlaki ihtiyaç aynı zamanda bir insanın kendini bilmesi ve tanımasına imkân sunar. Kişinin iradesini daha iyi kontrol edip, buna göre toplumsal ahlaki davranış entegre sistemine müdahil olma şansını kazanır.
Ahlaki daireden kopan her sapma, bireylere ve etkileri bağlamında olan topluma hiçbir selamet ve huzur sağlamaz.
İyi ve yararlı bir şekilde oluşturan ahlaki dairenin sarsılmaz bir durumu için zamanın gelişen ve değişen durumu ne olursa olsun, genel geçer kabul gören ahlaki kaideler ve ahlaki kurallar yıkılmaz sağlam bir daire üzerine inşa edilmeli ki, her dönem toplumsal huzur ve mutluluk daim olabilsin. Bu durum ancak kolektif bir toplumsal bilinç ile sağlamlaştırılırsa sosyal huzur meydana gelir. Sosyal huzurun da en büyük teminatı hiç şüphesiz eşitlik, adalet ve hukuk gibi temel dinamiklerin sütunlarını sağlam inşa etmek ile olur. Yoksa talimatname ve prosedürlere uygun olmayan kaçak bir bina gibi en ufak bir depremde yer ile yeksan olur. Bu yüzden talimatname ve prosedürlere ahlakın etkileri ile bakılmalı ve değer oluşturmalı; bu temel değer ve dinamiklerle toplumsal bütünlüğü sağlamalıdır.
Gelgelelim yaşadığımız toplumdaki ahlak sorunlarına.
Hiç şüphesiz değişen ve gelişen her şey gibi ahlakta gelişmesi lazım. Yoksa gelişen dinamik süreçler karşısında statik bir ahlakın olması deveyi mersedese tercih etmek gibidir. Bununla beraber kendini yenilemeyen ve zamanın değişen yüzüne karşı sorumluluk almayı bilmeyen insanların ahlaklarında bir yozlaşma oluşur ve bu durum kişilerin yaşamlarında artık; birbirine karşı sergilediği davranışlarda tuhaflaşmalar yaşanır. Toplumdaki zenginlik olarak atfedilen renklere ve kokulara ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı bir davranış baş gösterir. Saygı ve sevgiden ziyade menfaat, kin, nefret ve çıkar şemasına bağlı bir ilişki süreci oluşur. Vicdan ve merhamet toplumsal ilişkilerde ölçüt olamayacak kadar toplumdan uzaklaşmış olur.
Yazının sonlarına doğru gelirken aslında ahlakı bu kadar yozlaştıran kapitalizme bir omuz atmadan bitirmek istemiyorum.
İnsanı bir tüketim aracı ve iktisadi bir varlık olarak gören ve tanımlayan kapitalist sistem, maalesef ahlakı en çok çürüten canavardır. Bugün kapitalist sistemin oluşturduğu ve liberal ekonomi sistemin sahadaki operasyonu ile sınırsız ihtiyaç teorisine göre varlığını oluşturan sistemlerin oluşturmuş olduğu faaliyetlerle büyük ahlaki çürümeler oluşuyor.
Kapitalist sistemin emrettiği ve liberal özgürlüğün büyük bir memnuniyetlikle yerine getirmeye çalıştığı “her koyun kendi bacağından asılır” mantalitesi ile bugün toplum deforme olup başka bir hale dönüşmüştür. Liberal sistem ile bireysel özgürlük çok fazla geliştiğini söyleyebiliriz. Ancak bu sistem bireysel özgürlüğü genişletirken ahlaki bir yapıdan çok uzak anti-kamusal bir durum ortaya çıkartı. Bugün belki benimde içinde bulunduğu kira artışı ve barınma sorunu sebeplerinden biri bu anti-kamusallığa mahal veren neo-liberalizmin savunduğu serbest piyasa mantığının çarpıklığıdır. Bu konu uzun olduğu için daha fazla uzatmadan birkaç şey söyleyip bitirmek istiyorum.
İyi bir ahlakı inşa edip toplumda güven, huzur ve mutluluk için çabalamak ve beraberinde toplumun barış ve esenlik içinde yaşamasını sağlamak ve insanların ahlaki farkındalığa kavuşmasını teşvik etmek her erdemli bireyin zaruri ödevidir.